AK Parti’nin kurucu isimlerinden ve ilk Dışişleri Bakanı emekli diplomat Yaşar Yakış, dış politikadan iç siyasete, AK Parti’nin kuruluşundan bugününe kadar bir dizi konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
2016 yılında partiden ihraç edilmesini “rahatladım, bu şekilde düşünen insanlarla aynı karede görünmek beni rahatsız eder” sözleriyle yorumlayan Yakış, “Gülen’e yakın olmak, AK Parti’de kariyer yapmanın etkili yoluydu. Şu anda partinin üst kademelerinde olanların vaktiyle Gülen’i övdüğü biliniyor” diyerek çok konuşulacak açıklamalarda bulundu.
Birgün’den Meltem Yılmaz’a konuşan Yakış şunları söyledi;
“Gülen Hareketi’ne yakın olmak, AK Parti’de siyasi kariyer yapmanın en etkili yollarından biriydi. Belli bir tarihe kadar ‘Gülen Hareketi’nin şimdi şikâyet edilen türden eylemlere bulaştığını bilmiyorduk’ demenin bir mantığı var. Fakat bunu hangi tarihte öğrendikleri konusunda bir milat ihdas edilecekse, bu tarihin 25 Ağustos 2004 olması gerekir. Çünkü o tarihte yapılan MGK toplantısında, ‘Fetullah Gülen Grubu’nun faaliyetlerine karşı alınması gereken önlemler’ başlığıyla alınan kararda, ‘ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır’ ibaresi yer almaktadır. FETÖ’nün siyasi uzantılarına ileride dokunulabileceği ve şimdilik dere geçerken at değiştirmemek için ihtiyatlı davranıldığı kanaatindeyim. Ancak dokunulduğu zaman da dokunanlara zarar vermeyecek şekilde seçici davranılması ihtimali vardır.”
AK Parti, 2002’de tek başına iktidara geldiğinde, siz de partinin ilk Dışişleri Bakanı oldunuz. Avrupa Birliği ile ilişkilerde büyük mesafe aldınız. Bugün gelinen nokta malum, AB’den kopuşun eşiği. Hollanda ile yaşanan krizi, bu boyuta gelmeden çözmek nasıl mümkündü?
Bir Türk vatandaşı olarak Hollanda makamlarının siyasilerimize yaptıkları muameleyi tasvip etmiyorum. Ancak bizim de Hollandalılara bahane verdiğimiz anlaşılıyor. Dışişleri Bakanımızın “Siz isteseniz de istemesiniz de geleceğiz ve konuşma yapacağız” şeklinde meydan okuyan bir üslup kullanması, seçimler öncesinde Hollandalı siyasetçileri karşılık vermeye sevk etmiş görünüyor. Ancak şeytan ayrıntıda gizlidir. Eğer en başından beri, siyasetçilerimizi Hollanda polisi ile karşı karşıya bırakmak yerine “sessiz diplomasi” yollarını kullansaydık bu krizi yaşamazdık. Şimdiki durumda her iki taraf da zararlı çıkacak.
Türkiye neden diplomasiyi bu derece ihmal ediyor?
Dışişleri Bakanlığı’nın çok iyi yetişmiş elemanları var. Türk diplomatları dünyadaki sıralamada her zaman üst kategorilerdedir. Başarılı bir üst düzey diplomatın yetişmesi 20-30 yıl gerektirir. Türkiye’nin bu deneyimi kazanmış yüzlerce diplomatı varken, bu muazzam imkândan yararlanmaya nedense ilgi gösterilmiyor.
Siz, 2001’de Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduktan sonra, AK Parti’nin kurucu kadrosunda yer alarak siyasete atıldınız. Öncesinde böyle bir düşünceniz var mıydı?
Siyasete ilgi duymayan ve hiçbir siyasi ihtirası olmayan bir insanım. En son görev yerim olan Viyana’dan döndükten sonra, idealim, Akçakoca’da dedemin fındık bahçeleri arasında kendime küçük bir kulübe inşa edip 40 yıllık diplomasi hatırlarımı yazmaktı. Ben bu hayal içinde yüzerken bir gün Sayın Abdullah Gül telefon etti. Onunla Suudi Arabistan’da görev yaptığım zamandan tanışıyorduk. “Yenilikçiler hareketi olarak, biz şimdi partileşmeye karar verdik, seni de kurucu üye olarak aramıza davet etmek istiyoruz, gelir misin?” dedi. Ben de, bu birikimle onlara faydalı olabileceksem olayım diye düşündüm.
2011’de nasıl bir Türkiye hayal ediyordunuz?
Bir insanın meydanlarda şiir okudu diye hapse atılmadığı bir Türkiye yaratmayı hayal etmiştik. AB’ye katılmayı Türkiye’nin Cumhuriyet’in ilanından sonraki en önemli çağdaşlaşma projesi olarak benimsemiştik. Düşünce ve ifade özgürlüklerini uluslararası standartlar düzeyine yükseltmeyi hedeflemiştik. Siyasetin finansmanını denetlenebilir ve şeffaf yapacaktık. Çoğunlukçu değil, çoğulcu bir toplum yaratıp iktidara gelmenin çoğunluğun iradesinin mutlaklaştırmak anlamına gelmediğini kanıtlayacaktık. Vatandaşların kendi mahalleleriyle ilgili konulardaki görüşlerini işleme koyacak mekanizmalar oluşturacaktık. Siyasi partilerin rant dağıtmalarını önleyecektik.
AK Parti’den 2016’da ihraç edildiniz. Gerekçesi Today’s Zaman gazetesinde köşe yazıyor olmanızdı. Böyle bir tepki ile karşılaşmayı bekliyor muydunuz?
Hayır beklemiyordum. Beni Today’s Zaman gazetesinde köşe yazısı yazmaya davet edenler, Sayın Cumhurbaşkanımızın yakın çevresindeki arkadaşlarımdı. Bu daveti de Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine yaptıklarını düşünüyordum. Ben hasbelkader Ortadoğu bölgesinde en uzun süre görev yapmış Türk diplomatıyım. Türkiye’nin Ortadoğu politikası konusundaki görüşlerimi kamuoyuyla paylaşmadığım takdirde görevimi yapmamış duruma düşmüş olurdum. Öte yandan da köşe yazısı yazacağım gazete Türk yasalarına göre, onların kontrolünde yayın yapan bir gazete. Ama şunu söyleyeyim: Partiden ihraç edilmekle rahatladım.
İyi ki ihraç edildim diyorsunuz yani?
Tabii, kesinlikle.
Neden?
Bu şekilde düşünen insanlarla aynı karede görünmek beni rahatsız eder.
Siz ihraç edildiniz ancak bugün halen FETÖ’nün siyasi uzantılarına dokunulmadığı gibi bir gerçek var. Bu bir çelişki değil mi? Keza, Abdüllatif Şener ile yaptığım söyleşide, Şener, “AK Parti’de FETÖ’ye bulaşmayan bir tek ben varım” demişti.
Sayın Şener’in gözlemine katılıyorum. Hatırladığım kadarıyla, Gülen Hareketi’ne yakın olmak AK Parti’de siyasi kariyer yapmanın en etkili yollarından biriydi. Şu anda partinin üst kademelerinde bulunan arkadaşlarımızın vaktiyle Fetullah Gülen hakkında nasıl samimi, heyecanlı ve duygulu övgüler yaptıkları, halen sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan sayısız kliplerden görülmektedir.
Belli bir tarihe kadar Gülen Hareketi’nin şimdi şikâyet edilen türden eylemlere bulaştığını bilmiyorduk demenin bir mantığı var. Fakat bunu hangi tarihte öğrendikleri konusunda bir milat ihdas edilecekse, bu tarihin 25 Ağustos 2004 olması gerekir. Çünkü o tarihte yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, “Fetullah Gülen Grubu’nun faaliyetlerine karşı alınması gereken önlemler” başlığıyla alınan kararda, “ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır” ibaresi yer almaktadır. FETÖ’nün siyasi uzantılarına ileride dokunulabileceği ve şimdilik dere geçerken at değiştirmemek için ihtiyatlı davranıldığı kanaatindeyim. Ancak dokunulduğu zaman da dokunanlara zarar vermeyecek şekilde seçici davranılması ihtimali vardır. Bunu da doğal bir kendini koruma içgüdüsü olarak görmemiz gerekir.
16 Nisan’da oylanacak olan Anayasa değişiklik paketini genel hatlarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben başkanlık sisteminin tartışılmasındansa, Başkanlık sistemini kötüye kullanan bir insanın eline düşerse ne olur, onun tartışılması gerektiğine inanıyorum. Siyaset biliminde “aydın diktatör” denilen bir kavram var. Yani asıl bakılması gereken şey, devletin yönetim şekli değil, devletin başındaki insanın ne yapacağıdır.
Tam da bu yüzden kaygılanmamız gerekmiyor mu?
Biz muhtemelen ABD’deki sistemden etkilenmişiz ama oradaki “kontrol ve denge” sisteminin ne kadar iyi işlediğine dikkat etmiyoruz. Trump’ın 7 İslam ülkesine vize yasağı getiren kararnamesini bir eyalet savcısı iptal etti. Böyle bir anlayışın Türkiye’de yerleşmesi çok uzun zaman alacaktır. Bu durum da tabii ki yurttaşlarımız için endişe kaynağı.
“Evet” çıkarsa Türkiye’yi ne bekliyor, “hayır” çıkarsa ne bekliyor?
Bence hangi sonuç çıkarsa çıksın pek önemli bir fark olmayacak. Evet çıkarsa Sayın Cumhurbaşkanımızın şimdi kullanmakta olduğu fakat anayasal dayanağı bulunmayan yetkiler hukuki dayanağa kavuşmuş olacak; hayır çıkarsa o yetkileri şimdi nasıl kullanıyorsa o zaman da kullanmaya devam edecektir.