Amsterdam’da bahar yüzünü göstermeye başlamış. Bisikletlilerin vızır vızır geçtiği şehrin büyük caddelerinde küçük valizleriyle otellerine varma telaşındaki turistlerin sayısı gittikçe artıyor. Güneş gören meydanlarda kahvelerini yudumlayan Hollandalıların sakinliğine bakarsanız, yarın sandık başına gidecek olmanın telaşında olmadıklarını düşünebilirsiniz. Neredeyse bütün dünya ise nefesini Hollanda seçimleri için tutmuş vaziyette.
ABD’de Donald Trump’ın başkan olmasının ardından Avrupa’nın aşırı sağ ve popülizm ile nasıl bir sınav vereceğinin anlaşılması açısından Fransa ve Almanya’dan önce ilk testten Hollanda geçecek.
Diğer yandan sakin ve huzurlu bir ülke olmakta övünen Hollanda’da Türkiye ile yaşanan diplomatik krizin ardından hafta sonu patlak veren olayların toplum hafızasında önemli bir yer edindiğini anlamak mümkün.
İki ülke arasındaki krizin Hollanda’da yaşayan Türk seçmenleri nasıl etkilediğini sormak için Amsterdam’ın batısında, şehir merkezine tramvayla 15 dakika uzaklıkta bulunan Mercatorplein’a gidiyorum.
Esnafla sohbet ettikten sonra Türklerin kahvesi olarak bilinen bir kafeye giriyorum.
Kahvedekilere Hollanda seçimleri ve hafta sonu yaşanan olaylarla ilgili ne düşündüklerini sorduğum anda hararetli bir tartışmanın ortasında buluyorum kendimi.
Aldığım ilk cevap, “Hollanda ve Türkiye için hayırlısı olsun” ifadesi oluyor.
Ardından bir başkası heyecanlı bir şekilde araya giriyor ve polisin eylem düzenleyen Türklere müdahalesinden bahsederek kendini artık güvende hissetmediğini ve tedirgin olduğunu söylüyor.
“KÖPEK KADAR DEĞERİMİZ YOK”
İki ülke arasında yaşanan diplomatik kriz nedeniyle Rotterdam’da Türklerin düzenlediği eylemlerde, Hollanda polisinin tuttuğu bir köpeğin protestocuyu ısırdığı kare ise herkesin hafızasına en çok kazınan fotoğraf olmuş.
O kare, ülkenin en önde gelen sağcı gazetelerinden De Telegraaf’ın da “Burada patron biziz” manşetiyle Pazartesi günkü kapağındaydı. “Bizim o köpek kadar değerimiz yok” diyor birisi hemen araya girerek.
Kahvedekilerden en az 20 yıldır Hollanda’da yaşayan çoğu Türk, yıllardır her şekilde göçmen olduklarının kendilerine hissettirildiğinden ve şartların iyi olmadığından bahsediyor.
“Ne yaparsan yap hiçbir zaman Hollandalı olamazsın” diyor biri içini çekerek…
Tartışma, kahveden bir kişinin, “Bunların hepsi siyasi bir oyun. Hollanda’nın ilk baştaki onca diplomasi çabasına rağmen Türkiye neden siyasetçilerini gönderiyor? Bunu bile bile neden yapıyor? Hollanda’nın bu kadar sert tepki vermesinin nedeni ise Başbakan Rutte’nin Wilders’tan (aşırı sağ cepheden siyasetçi Geert Wilders) oy çalmak istemesi. Göçmen karşıtlığı da tamamen ekonomik sebeplerden. Bir sor bakalım, buradakiler bir vatandaşlıklarından vazgeçecek olsalar Türk pasaportlarından vazgeçerler” demesiyle alevleniyor.
Kahvede geri kalanların hemen hemen hepsi karşı çıkıyor bu açıklamaya. Herkes, bir fırsatını bulsa anında Türkiye’ye döneceğinden, Türkiye kadar güzel başka bir ülke olmadığından, kesinlikle Türklüklerinden vazgeçmeyeceklerini anlatıyor.
Çoğu kişi ise Türkiye’nin son 10 yıldaki büyüme performansını kıskanan Avrupa’nın Türkiye’yi bölme isteği yüzünden bu olayların yaşandığı görüşünde.
HOLLANDALI KİMLİĞİNE VURGU
Haftalık De Groene Amsterdammer dergisi yazarı gazeteci Tan Tunalı’ya göre ise iki ülke arasındaki diplomatik gerginliğin bu kadar tırmanmasının sebebi Hollanda’daki seçimler.
Hollanda’nın son yılların en büyük diplomatik krizini yaşadığını vurgulayan Tunalı, hükümetin Wilders’ın İslam ve göçmenlik karşıtlığından faydalanmasını istemediğini anlatıyor.
Tunalı’ya göre sokaklarda böylesi bir şiddetin yaşanması çok sık görülen bir şey değil.
Genç gazeteci, yaşanan bu krizde Hollandalıların genelde hükümete destek veren bir tutum takındığını açıklıyor.
OYLARI DENK PARTİSİ’NE KAPTIRDILAR
De Telegraaf gazetesinin kapağının medyaya hakim olan Türk karşıtlığının bir göstergesi olduğunu söyleyen Tunalı’ya göre, seçimlerde öne çıkan konu başlıkları göç ve Hollandalı kimliği.
Mültecilik başvurusunda bulunanların sayısında yaşanan artışın toplumda bir kutuplaşmaya yol açtığını söyleyen Tunalı, Hollandalı siyasetçilerin göçmenleri bir vatandaş gibi hissettirmekte başarılı olamadığını söylüyor.
Bu yüzden Tunalı’ya göre, Türklerin oylarını İşçi Partisi’nden ayrılarak kurulan ve liderliğini Tunahan Kuzu’nun yaptığı DENK Partisi’ne kaptırmış vaziyetteler.
“ERDOĞAN’IN PEŞİNDEYİZ”
Mercatorplein’daki kahvedekilerin çoğu da Türk siyasetçilerin liderliğini yaptığı DENK’e oy vereceklerini söylüyor.
Kahvede konuştuklarım seçimlerden sonra ortalığın sakinleşeceği ve her şeyin eskisi gibi olacağı konusunda hemfikir.
Bir yandan çay içer, bir yandan sohbet ederken kahveye bir genç giriyor. Okey oynayanların soruları üzerine seçimlerle ilgili düşüncelerini açıklayan genç, “Erdoğan’ın izindeyiz” diyor ve ekliyor:
“İyi ki o bayan bakanı sınır dışı ettiler. Eğer bunu Erdoğan’a yapsalardı, Almanya, Fransa, her yerden bütün Türkler Hollanda’ya akardı, buna dua etsinler.”
“KEYİFLERİ YERİNDE”
Bir Kayserili’den Türkiye’deki köyü kadar hiçbir yerin güzel olmadığını ve Hollandalıların göçmenlere her zaman ayrımcılık uyguladığını dinlerken, arkamda oturan Süleyman Dede kulağıma fısıldıyor:
“Kızım sen dinleme onları, madem öyle sorsana neden memleketlerine dönmüyorlar?”
Kahvedekiler dedeye gülerek, “Öyle gizli gizli konuşmak olmaz, yüksek sesle konuş. Zaten aynı Kılıçdaroğlu gibi konuşuyorsun” diyorlar.
Şakalaşmaların ortasında kahveden çıkarken neredeyse 100 yaşında olan Süleyman Dede bana eşlik ediyor; “Bakma sen onlara, burada herkesin keyfi yerinde. Yoksa neden dursunlar? Hastayız, yürüyemiyoruz diye bizim evimize asansör inşa ettiler, Türkiye’de yapmazlar bunu. Burada hasta oldun mu çok iyi sağlık hizmetleri, bize çok iyi bakıyorlar” diyor.
“HOLLANDA BASINI FAŞİST”
Geniş caddeleri olan, büyük parkların bulunduğu, kimi dükkanların Türkçe isimlere sahip olduğu mahallede yürürken karanlık basıyor yavaş yavaş…
Tam o sırada, Türk bayraklarına sarınmış, 17-18 yaşındaki gençler, “Faşist Hollanda, sabrımızı taşırma”, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Recep Tayyip Erdoğan” sloganları ve tekbir sesleri ile ilerliyor.
Bisikletleriyle sokaktan geçen Hollandalıların şaşkın bakışları arasında yürürken mahallenin meydanında mola veriyorlar.
Gençlerden röportaj istediğimde ise söyledikleri her şeyi basının yanlış yazdığını belirterek şiddetli bir şekilde bu talebime karşı çıkıyorlar.
Havva adındaki bir genç yanıma gelip “Hollanda basını o kadar faşist ki genel olarak medyaya konuşmak istemiyoruz, bunu yazabilirsin işte” diyor.
Tam o sırada bisikletiyle yoldan yürüyerek geçen bir Türk kadın ise “Sokakta bağırmak çözüm mü ki?” diyor gençlere.
Gençler, slogan atarak yoluna devam ederken biz sohbet ediyoruz:
“Erdoğan bugün ne güzel konuştu, biz bunu da yeneceğiz, devletimiz kuvvetlidir, ama sokakta bağırmak çözüm değil.”
Bugüne kadar sadece birkaç defa ‘pis Türk, defolun gidin’ sözü duyduğunu, bunun dışında hiç dışlanmış hissetmediğini söylüyor:
“Eğer bundan sonra dışlanmış hissedersem de çok üzülürüm, kalbim kırılır.”
Hiç Hollanda’dan gitmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda ise şu cevabı veriyor:
“Dört yaşımdan beri buradayım ben. Artık burası benim ülkem olmuş. Nereye gideyim?”